Devlet Opera ve Balesi'nde gösteriliyor "Alis Yıldızların Altında". Michael Popper adlı bir koreografın kurgusuyla. Çok acayip ama.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki ben hiçbir gösteri bitmeden çıkmadım. Gelin görün ki, bugün bu gösteriden çık(a)mamamın tek sebebi ara olmamasıydı. Bu kadar sert bir eleştiriyle ilk yazıma başlamak istemezdim, ama gösteriden sonra hissettiklerim hayal kırıklığından öte kızgınlıktı yahu :)
İlk söyleyeceğim şey; sıkı durun, bu bir bale değil. Modern bir dans gösterisi de değil. Hatta içinde dans bile yok. Dans tiyatrosu değil. Tiyatro da değil. Belki televizyon programlarındaki mizansenlerden olabilir. Zira kendini tekrar eden bölümlerini çıkarsanız maksimum 40 dakika sürer zaten.
Unutmadan bir de şu var; gösteriyi belki de gündüz gösterimi nedeniyle çocuk oyunu zanneden ve çocuklarını getiren ebeveynler bile mutsuzdu. Çünkü çocuklar mutsuzdu. Hatta çocuklardan bir tanesi gösteri içinde bir anda yüksek sesle "bu ne yaa?" deyince sanırım çoğunluğun hislerine tercüman oldu :)
Gel gelelim gösteriye. Bol bol zıplama vardı gösteride. İki parende gördüm, bir ara dans eder gibi oldular ancak dans o kadar senkrondan uzaktı ki bekleyip bekleyeceğime pişman oldum.
Anlatıcı vardı gösteride. Evet anlatıcı. Hem de iki tane. Dizi özetlerindeki gibi. Buna rağmen kim olduğunu çıkaramadığım karakterler de vardı. Dolayısıyla anlatıcılar ne yaptı/yapmaya çalıştı anlayamadım :)
Senkron sorunu o kısacık dans sahnesinde yaşanmadı sadece. Oyuncular/dansçılar/göstericiler sanki hiç prova yapmamışlar gibi koptular sanki ara ara. Mesela repliği biten oyuncu 10 saniye kadar müziğin girmesini ve diğer oyuncunun repliğinin başlamasını bekledi. Enteresan bir andı tabi. Gidenler varsa hangi kısımdan bahsettiğimi anlarlar; Şapkacı'nın istiridyelerle ilgili konuşmasından 10 saniye sonra giren müzik ve Alice'in süpürgeyle bekleyişi.
Kendini tekrarlamak dedik. Mesela Kraliçe'yle yapılan bir çay partisi vardı. 6 kez oturup, çay içip, kalktılar. Evet her seferinde oturdular, çay içtiler, kalktılar. Tabi bir de 4 kez söylenen "fış fış kayıkçı" şarkımızı da atlamamak lazım. Türkçe uyarlaması için güzel seçilmiş sayılabilecek bu şarkıyı 70 dakikada 4 kez duyunca çocukluğunuzdaki güzel anılar ezilebiliyor :) Tekrar derken, Tweedledum-Tweedledee ikizlerin sahnesinde dört hareketin ikili kombinasyonlarının hepsinin 10 dakika boyunca sergilenmiş olduğunu da atlamamak gerek.
Şarkı demişken; gösterinin sonlarına doğru Şapkacı'nın "size bir şarkı söyleyeyim mi?" repliğine ne rolünden ne kostümünden karakterini çıkaramadığım kadının "çok uzun mu?" cevabı nadir sevdiğim yerlerdendi.
Sevdiğim iki yer/oyuncu daha var. Fraklı kemancımız ki kendisi ses efektlerinde muhteşemdi. Diğeri ise Beyaz Tavşan'ın durduğu yer ve elleri sabitken ayaklarının koşar haliydi. Duracell tavşanı sanki mübarek.
Son olarak, Alice'in diğer macerası "Through the Looking-Glass" romanının dokuz adamın bir cam bardağın içinden bakması şeklinde gösteriye yedirilmesi ise benim bile yorum yapma sınırlarımı aştı.
Sonuç, bütün göstericilerin selam verdiği sırada içimden gelen tek şey hadouken (güzide dilimizdeki haliyle aduket) çıkartmaktı. Evet. Ben mi aradım seni?
Daha iyisini yapın bizde izleyelim yavrum.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKarakterler, kitaplara, İngiliz kültürüne ve ekolüne biraz aşina olsaydınız emin olun çok daha farklı algılardınız herşeyi. Derinlik ve anlam kazanırdı. Zira inanılmaz keyifli ve eğlenceli bir eser. Olsun biz yine kendi pencerelerimizden bakmaya devam
YanıtlaSil